Abdullah Öcalan’ın, PKK’nin silah bırakması çağrısı ile ilgili tutuklu bulunduğu cezaevinde heyet aracılığıyla yaptığı açıklama sonucunda tartışmalar sürerken, örgüt bugün itibariyle ateşkes ilan etti.
DAKTİLO NEWS (ÖZEL) - Uzun yıllardan beri bölgede bu sürecin adeta canlı kanıtı olarak yaşayan; işkence, hapis ve karşılaştığı bütün zorluklara rağmen mesleğini sürdüren gazeteci yazar Adil Harmancı gelişmelerle ilgili Daktilo News’e değerlendirmelerde bulundu.
Adil Harmancı, “Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nin herhangi bir koşul öne sürmeden silah bırakacak olması kafaları karıştırmış durumda; ‘nasıl olur?’ diye” dedi.
Bu soruyu soranların bir anlamda haksız olmadığının altını çizen Adil Harmancı, “Bu soruyu soranlar bir noktada haksız da sayılmazlar, 50 yılı aşkın bir mücadele tek sayfaya nasıl sığdı? Ve o tek sayfa beklentilere cevap olabilecek bir belirlemeden de yoksun. Söylenecek en ciddi sözü o tek sayfa dışında Sırrı Süreyya Önder sözlü olarak ifade ediyor” diye konuştu.
Yapılan açıklamanın yetersiz olduğunu aktaran Harmancı şöyle devam etti:
“Ben şahsen o tek sayfanın, eğer PKK silah bırakma kararı alırsa bundan sonraki Kürt meselesi tartışmasında en küçük bir olumsuz etkisi olmayacağını düşünüyorum. Çünkü bu tek sayfa bir mutabakat metni değil, bir anlaşma, sözleşme, yasa maddeleri falan değil… Silahların bırakılmasını isteyen bir çağrı metni hepsi bu…
Ve eğer PKK silah bırakırsa Kürt dili, kimliği, konumu, yeri, derdi, beklentisi bundan böyle daha hararetli tartışmalarla gündeme gelecek. Silahların gölgesinden arınmış sivil siyaset çok daha anlam bulacak ve çok daha kabul görecektir.
Ve bu işin içinde sadece DEM Parti ve belli başlı STK’lar olmayacaktır, silah tehdidi kalktığına göre diğer Kürt gruplar, siyasi partiler, aydınlar, yazarlar da kendilerini ifade etme imkânı bulacaktır.
Devlet yeniden insanların yüzünü dağa çevirecek bir durum içine girmezse, Kürt siyaseti de bundan sonraki süreçte birbirlerine tahammül gösterebilirse, “acı” sözleri yasaklayıp bir dayanışma içinde olursa, eminim herkes silahların bırakılmış olmasından memnunluk duyacaktır.
Zaten son yıllarda Kürt kamuoyunun büyük bir kesimi TBMM’de siyaset yapılırken dağda silah bulundurmanın ne kadar çelişkili bir hal aldığının farkındaydı. Ne var ki “acı” sözler bunu ifade etmenin önünü alıyordu. İfade etmek doğal olarak Abdullah Öcalan’a düşüyordu. Ve bugün silahla devam etmenin “gereksizliği” ifade edilmiş durumda.
“Türkiye’de Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” diyenler bakalım bundan böyle ne diyecekler? Çünkü Kürt sorunu çok daha berrak bir şekilde varlığını hissettirecektir. 30 milyon Kürdün yaşadığı Türkiye’de en basitinden anadil yasağı, anadilin resmileşmemesi, Meclis kürsüsünde, uçakta, sokakta, işte Kürtçe yasağı gibi yasaklar devam ederse bu kez her kez dönüp “Kürt sorunu vardır” demek zorunda kalacak. Hele buna Suriye’de, Irak’ta ve İran’da Kürtlerle ilgili olası olumlu-olumsuz gelişmeleri eklersek bugüne kadar “terör sorunu” diye tarif edilen “Kürt sorunu” çok daha aktif bir şekilde çözümünü de dayatacak.
Mesela bundan böyle de eğer devlet, Öcalan’ın açıklaması Kürtçe okunduğunda “Bu devletin resmi dili Türkçedir, o yüzden Kürtçeyi vermiyoruz” diyen Sözcü TV gibi haber kanallarının aklına uyup, Ahmet Türk ya da bir başkası Kürtçe konuştuğunda konuşmasını keserse karşısında bir tek örgütü değil, daha organize olmuş sivil toplumu, aydınları, yasal siyasi yapılanmaları bulur.